10 Kasım 2019 İTÜ Birlik Başkanı Sn. Serap Çatalpınar tarafından düzenlenen,  Ulu Önder Atatürk’ün 81. Ölüm Yıl Dönümü münasebetiyle Ankara İTÜ Evinde düzenlenen anma toplantısında yaptığı Konuşma.

Bu Toplantıda Sn. İnci Çayırlının Yönettiği  İTÜ Klasik Türk Müziği Korusu tarafından çok güzel bir konser verilmiş ve Atarük’ün Sevdiği Şarkılar Seslendirilmiştir.

 

Dr. İmren Aykut’un Konuşma Metni:

 

Değerli Konuklar,

Çok anlamlı bir günde, çok anlamlı bir nedenle bu aradayız hepimiz hoş geldiniz.

Toplantıyı düzenleyen değerli Başkanımız Sn. Serap Çatalpınar’a teşekkür etmek istiyorum, Büyük Önderimize vefa duygumuzu tazelememize, derin minnet ve şükran duygularımızı tekrarlamamıza imkân hazırladılar.

Burada bu konuşma yapmamı teklif ettiklerinde çok tereddüt ettim. Çünkü ben tarihçi değilim, tarih bilgimin de sınırlı olduğunu biliyorum.  Atatürk’ü anlatmak haddimi aşmak olur mu diye düşündüm. Ne söylersem söyleyeyim pek çok şeyin eksik kalacağını biliyorum. Lütfen kusuruma bakmayın benim bu gün dilim değil kalbim konuşacak.

Çünkü bu büyük öndere bütün Türk halkının minnettarlığının, borcunun ölçüsü yoktur, ama biz Türk kadınlarının minnet ve şükranlarının ise tarifi mümkün değildir. Şu anda sizlere hitap edebiliyor olmamı bile O’na borçluyum.

Bir Belçikalı düşünür “Türk halkı Atatürk’ü Allah’a, onun dışındaki her şeylerini ise Atatürk’e borçludur” diyor. Ne kadar  doğru bir tespit.

Çoğumuz biliyoruz, Çanakkale yenilgisinden sonra çok snop İngilizlerin ünlü Başbakanı Loyd George “nereden bilebilirdik, böyle bir lider yüzyıllar içinde bir tane çıkar O’da Türklerin içinden çıktı” demiştir. Atatürk bizim kendi kendimize gözümüzde büyüttüğümüz bir lider değildir O’nu bütün dünya takdir etmiştir. Bütün mazlum toplumlara ümit ışığı olmuştur. Bu gün 16-17 ülkede, büstleri heykelleri vardır.

Zaferle biten Sakarya savaşından sonra Meclis ittifakla O’na Mareşallik rütbesini ve Gazilik unvanını vermişti. “Atatürk kurucumuzdur”,  “20 ci yüzyılın büyük devlet adamıydı” gibi devamlı kullandığımız klişelerde vardı, bunlarda doğrudur.  Ama elzem olan olan slogan “Atatürk, Türkiye Mareşalidir.” Büyük bir mareşaldi. Çünkü sivil hayata geçmeyi bilmiştir. Bunlar O’nun en önemli özelliklerinden biridir. Büyük ve yaratıcı adamlar bu geçişleri kolaylıkla yaparlar. İkincisi Atatürk büyük bir organizatördür. Hem askeri alanda hem de politikada başarı göstermiştir. Büyük bir devlet adamı, olduğunun göstergesi olarak monarşiyi Cumhuriyette dönüştürmüştür ki bu gerçek bir inkılaptır. Bu büyük inkılabı başka hangi inkılaplarla besleyeceğinde bilmiştir.

Cumhuriyet’i ilan etmiş olsa bile eski vagonda gitmeye devam edebilirdi. Ancak O’nu yapmamıştı ve dolayısıyla kendisinden “Halaskar gazi”, “Gazi Paşa”, ”Gazi Mustafa Kemal Paşa”, “Gazi Paşamız” unvanlarıyla bahsedilmesi de uygundur.

Tarihin akışını değiştiren, O’na mührünü vuran veya büyük tehlikelere mani olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Türklerin her asırda büyük mareşallerinin ve büyük devlet adamlarının olduğu bilinmektedir. Ve Türkiye böyle bir zenginliğe sahiptir. Fakat Atatürk nadiren görülen bütünleyici bir yönetici, bir dehadır.

O’nu ve yaptıklarını değerlendirirken O dönemin şartlarını göz önüne almamız gereklidir. 1910-1920-1930 yıllarını düşünelim. Nüfusun sadece %5’şi okuma yazma biliyor, ayaklarda çarık,  ulaşım yol, kırık dökük az bir demiryolu, haberleşme nerede ise yok. Tek bir fabrika yok. Tarım öküzlerle yapılıyor verim son derece düşük, kapitülasyonlar, borç gırtlakta, elektrik yok ülke paylaşılmış. Bu şartlarda, bu enkazdan bir millet, bağımsız bir devlet yaratılıyor. Bu bir mucize, ben inanamıyorum. Bence Atatürk bir insan değil bir özel “VARLIK” Tanrının bize bir lütfudur.

Düşünün, bir Mareşal ordunun tahsisatını ve bütçesini kısarak eğitime ve sağlığa yatırım yapıyor. Öğretmen, sağlık elamanı yetiştiriyor, nasıl oluyor da bu insanlar kadın-erkek öğretmen olarak, sağlık elamanı olarak ülkenin en ücra köşelerine, mahrumiyet bölgelerine şevkle koşuyorlar, penisilin v.s gibi basit ilaçlar, Dünya sağlık örgütü gibi mekanizmaların desteği olmadan bir takım salgın hastalıklarla baş etmek için didiniyorlar. Bu insanların sadece maaş ve memuriyet zoruyla bu işi yaptığı düşünülemez. Gazinin yarattığı bir umutla insanlar Gazinin peşine düşmüşlerdir.  O’na inanmış, güvenmişlerdir. Gazide onları iyi anlamış ve onlara güvenmiştir.

Kurtuluş Savaşının başında “Bu mücadele başarıya ulaşırsa hükümet şekli ne olacak ?” diye sorulduğunda net cevap verir; “Hükümet şekli, zamanı geldiğinde Cumhuriyet olacaktır.” Demiştir. Ve 29 Ekim 1923 te Cumhuriyeti ilan etmiştir.

  • Cumhuriyet milli iradeye dayalı devlet düzenidir.
  • Cumhuriyet eşit yurttaşların onurlu birliğidir.
  • Cumhuriyet, din ve devlet işlerinin ayrılmasını gerektirir.

Düsturu “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Milletin kaderini millet belirler”.

Buraya kadar Cumhuriyetten bahsettik ama Demokrasi diyemedik henüz. Çünkü 1924 Anayasasının 11 cı maddesinde iki kelime vardı “sadece erkekler” bu şu demekti milli iradeden kasıt sadece erkeklerdi. Yani ülkeyi yönetecek kadro erkeklerden oluşacaktı.  Yani oy verme yani seçme aday olabilme ve seçilme hakkı sadece erkeklerde. Bu rejimin adı elbette Cumhuriyette ama Demokrasi değildi. Demokraside sandık şarttı ama yeterli değildi. Demokrasi için çoğulcu ve katılımcı bir siyasi yapıda gereklidir. Çünkü demokrasi çoğunluğun yönetime, azınlığın var olma hakkı demektir.

Kısaca demokrasi tüm hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı zeminin adıdır. Toplumda bütün kesimlerin yönetime katılmasıdır. Yani kadın-erkek, köylü, işçi, memur, esnaf, doktor, avukat, genç, yaşlı herkesin yönetme katılmasıdır.

Atatürk gibi bir kişinin içine eminim ki tek başına Cumhuriyet sinmemiştir O böyle bir haksızlığı kabul edemezdi.  Neticede kadınlarında oy hakkını gündeme getirdi. Mecliste pek çok itirazlar oldu. Ne oluyor, kadınları böyle bir talebi yok, zaten onlar böyle bir yetkinliğe de sahip değiller gibi bazı haksız itirazlar yükseldi. Hâlbuki kadınlar bu taleplerini sürekli olarak gündeme getiriyorlar ama görmezden geliniyordu. Parti bile kurmuşlar Sultanahmet meydanında mitingler bile yapmışlardı.

Atatürk bütün bu itirazlara karşı koydu ve onlara kadınların kurtuluş savaşında en ön cephelerde bile savaştıklarını birçoğunun şehit olduğunu anlatarak ikna etti. Nihayet 5 Aralık 1934’te O iki kelime Anayasadan çıkarılarak kadınlarında oy verme, aday olabilme, seçilme hakkı verildi. Bir yıl sonra 1935’te yapılan genel seçimde de 17 kadın milletvekili seçildi, aynı yıl yapılan ara seçimde 1 kadın daha seçilerek T.C.nin 5. ci Meclisinde 18 kadın yer aldı. 395 Milletvekili olan Mecliste kadınlar %4.5 oranında temsil edildi.

Böylece Cumhuriyet Demokrasi ile taçlanmış oldu.

Demokrasinin 3 ayağı vardır. Yasama-Yürütme-Yargı. Birisi olmazsa masa devrilir. Kadınlar ilk önce Yargıda yer aldılar. İlk Hukukçu kadınımız Sn. Sümeyya Ağaoğlu idi. İkinci olarak 1935te Yasamada yer aldılar. Yani 15 yıl bekledikten sonra. Fakat yürütmede yani Bakanlar kurulunda yer alabilmek için tam 52 yıl beklediler.

T.C nin 46 ci hükümetine kadar hiçbir hükümette kadına yer verilmedi. Nihayet 21 Aralık 1987 yılında kurulan T.C nin 46. Hükümetinde kadınlara bir sandalye verildi. Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlı olarak yer alabildik. Çok geçte olsa demokrasinin son eksiği de tamamlanmış oldu.

Sözlerimi bitirmeden önce birkaç sözüm daha var.

Atatürk bu milletin lideridir. Millet her başı sıkıştığında O’nu özler O’na gider.

Bu sebeple de silinemez bir şahsiyettir.

Atatürk, yıpratılma seansları ile zarar görmeyecek, son derece önemli, anıtsal bir milli ve siyasi portredir Dolayısıyla Atatürksüz tarih düşünülemez. Bunun böyle olduğu zamanla daha da iyi anlaşılacaktır.

Tarih, Atatürk’ün etrafında şekillenmelidir. Ve öylede olacaktır.